Kore Dizleri
Covid döneminin sosyal ilişkileri kısıtladığı ve insanları eve kapattığı iki yıllık süreci, hayatta yapmayı en çok sevdiğim “okuma-yazma- izleme” üçgeni içinde geçirdim ve o izole süreçte “Kore dizileri” ni de keşfettim.
Bir gün biri bana Kore dizilerini pür dikkat izleyeceğimi ve eskiden “çekik gözlüler” diyerek içgüdüsel olarak tedirginlik hissettiğim bu insanları seveceğimi söylese inanmazdım.
İtiraf ederim ki ne tarihleri ne yaşam biçimleri ne de karakter özelliklerini hemen hiç bilmediğim bu insanların yaşamlarının içine dalmış ve onlara karışmış bir durumdaydım. Öyle ki neredesin diye soranlara “Kore” deyim diyebilecek kadar...
Eğitim dönemlerimde kazandığım bir alışkanlıkla film ve dizileri aynı zamanda astrolojik mercekten incelemeye özen gösteriyordum. Bu alışkanlığım Kore dizilerini incelerken de sürdü ve izledikçe kendi öz eleştirimi yapmamı da sağladı.
Satürn’ü Yay burcunda biri olarak haliyle yabancı kültürlere karşı biraz soğuk ve mesafeliydim. Arap kültürü ile yıldızım oldum olası barışmadı. Onları hep çok kaba ve görgüsüz buldum. Ama bu çekik gözlü Koreli insanlar oldukça nazik ve sevimli geldi bana.
Progres Güneşim Terazi ve Akrep burçlarını aşıp Yay burcuna geçtiğinde kendiliğinden yabancı kültürlere ilgim artmaya başladı. Bu dönem benim için hem yabancılara olan ön yargılarımı gözden geçirme hem de dünyaya entegre olma zamanıydı.
Kore dizileri ağırlıklı olmak üzere Japon, Çin dizi ve filmlerini de takip etmeye başlayınca uzak doğu ülkelerine karşı ördüğüm duvarlar çatırdamaya, tedirginlik ve soğukluk duygum da ılımaya başladı.
Kore dizilerini izledikçe aslında onlarla ne kadar çok ortak kültürel özelliklerimiz olduğunu fark ettim. Bana kadim Türk uygarlığını hatırlattı. Eskiden sahip olduğumuz şimdilerde ise birer birer yok olan o naif insani özelliklerimiz; edep, adap, görgü, iyi niyet, yardımseverlik, güler yüz…
Ayrıca yer masası, yer yatağı, evde terlik giyme adeti ile büyüklere hürmet, aile terbiyesi, ciddi ve saygılı tavırlar oldukça benzeşiyordu.
Diğer yandan Güney Kore’ de tıpkı benim güzel ülkem gibi ABD’nin ele geçirdiği, kapitalizmin her alanı kuşattığı, büyük şehirlerinde dev beton blokların yükseldiği ve batı özentisinin ana kültür özelliklerini baskıladığı bir ülke.
Ne var ki onlar teknolojide oldukça ilerideler ve bunu sergilemekten gurur duyuyorlar. Şifre sistemi her alana sirayet etmiş. Anahtar demode olmuş, daire kapıları bile şifre ile açılıyor. Son model arabalar ve katlanabilir akıllı telefonları, bir de otomatik pilav tencereleri var. Pilav pişti diye haber veriyor…
Dizilerle ilgili hoşlanmadığım özelliklerin başında sıkça yer verdikleri yemek sahnelerinin geldiğini söyleyebilirim. Geleneksel Kore mutfağına ait “noodle” dedikleri erişte-makarna türünü fırt fırt çekerek yemeleri, ağızlarını abartılı bir şekilde şapırdatmalarını son derece rahatsız edici buldum.
Bir de gereksiz bir şekilde sıkça yer verdikleri diş fırçalama sahneleri. Belki hayatın doğallığını vurgulamak istiyorlar tamam anladık da bu kadar da insanın gözüne sokmalarına gerek yok hani!
Hiç hoşuma gitmeyen bir husus ise genellikle kadın oyunculara yükledikleri aşırı şapşal veya çığırtkan roller (Bu bizim klişe tv dizilerinde de gözümüze gözümüze sokulduğundan bana çok itici geldi) Erkek oyuncuları adeta bir mermer heykel kaidesine oturturken kadın oyunculara niye bu cırtlak ve sarsak rolleri reva görüyorlar anlamak zor!
Çoğunlukla anne rolünü üstlenen kadın oyuncuların tıpkı bizde de olduğu gibi sonradan görme halleri ve evlatları için birbirleriyle yarışmaları bir yana özellikle kendilerinde az bulunur özellikleri “uzun boy, iri göz” gibi dile getirip övünmeleri ve yapay asalet şovları da ayrı bir komedi!
Bana komik gelen sahnelerden biri de erkeklerin yorulan veya sarhoş olan kadınları sırtlarında taşıması. Bir de “soju” içerken yüzlerini hafifçe yana dönüp “kanbeee” diye kadeh tokuşturmaları (1)
Güney Kore dizilerini rahatlıkla ailece oturup seyredebilirsiniz. Belki aşırı örnekleri de mevcuttur ancak çoğunlukla dizilerinde erotik sahneler azınlıkta ve olanlar da son derece düzeyli.
Batının taktiği olan dizi veya film ağırlaşmaya başladığında izleyicinin dikkatini uyanık tutmak için yerli yersiz araya sokuşturulan pornografik sahnelere ihtiyaç duymuyorlar. Genellikle aşk sahneleri yerinde, dozunda ve seviyeli…
Kore’ye dair asıl altını çizmek istediğim ise bambaşka önemli bir husus var;
Ekrana yansıyan yüzler çoğunlukla çocuksu, en yetişkini bile ergen fizyolojisinde. Haliyle izleyenlerde çocuk yuvasından mı toplamışlar bunları diye bir kanı uyandırıyor. Uzakdoğu ülke insanlarının tipi genelde minyon olduğundan genç gösteriyorlar ancak bu minyon görünümü aşırı vurguladıkları da bir gerçek.
Aynı zamanda çok sevimli ve çekiciler. Kozmetikte büyük bir sıçrama yaptıkları çok belli. Sadece kadınların değil erkeklerin de tenleri “beyaz porselen tabak” gibi soluk ve pürüzsüz. Bunun “babe face” ya da “taş bebek” diye bildiğimiz bir güzellik ve gençlik anlayışının çok ötesinde bir şey olduğunu söylemeliyim.
Adeta İki cinsi de birbirinden ayırmanın gittikçe güçleştiği kusursuz bir “biyo-teknolojik ürün” gibi vitrinde arz-ı endam eden cansız mankenleri andırıyorlar.
Her nasılsa keskin erkeksi hatları yuvarlaklaştırmış, kıl ve tüyler yok etmişler. Erkeklerin çoğu kadınları çatlatacak derecede duru ve parlak bir tene sahip. 1990’lı yıllarda başlayan “Metroseksüel Erkek” akımını da sollamış bir eğilim söz konusu! Bu kozmetik mi yoksa estetik cerrahi mucizesi mi veya hormonel terapi mi? Yoksa hepsinden az biraz ortaya karışık mı henüz çözebilmiş değilim!
Bu öyle “üçüncü cins” türünden bir şeye de benzemiyor. Bariz bir eşcinsel görünüm ve tavırlara sahip değiller. İzleyicilerin karşısına kırıtan veya sırıtan bir profille de çıkmıyorlar. Bizdeki gibi eşcinsel deyince aşırı vurgulanan o itici özellikler yok. Tersine kendilerine has biraz garip biraz gizemli ama kesinlikle ciddi ve düzeyli bir halleri var. Çoğunlukla iyi eğitimliler.
Sanki iki cins arasındaki farklılıkları yumuşak bir geçişle eritmeye çalışıyor gibiler. İnsan bu yüzlere baktıkça “Homo sapiens” tarihe mi karışıyor yoksa demekten kendini alamıyor. Kim bilir belki de Homo Sapiens insanlığın son durağı değildir.
Öyle görünüyor ki “Neandertaller” nasıl Homo Sapiens’lere evirildiyse bu gidişle Homo sapiensler de “Siborglara” evirileceğe benziyor. Güney Kore’ de bu biyo-teknolojik devrimin dünyadaki öncü sahası gibi duruyor.
Ancak Güney Kore sinema ve dizilerinde bu “androjen” akımın dışında kalan aktörler de var elbette. Asya kıtasına özgü sert erkeksi hatlara sahipler ve çok karizmatik bir havaları var.
İzlediklerim arasında;
Ji Jin -Hee (Desıgnated Survivor 60 Days) ve izleyiciler onu TRT’de yayınlanan “Sarayın İncisi” dizisinde kral Suk-Jong olarak hatırlayacaklardır.
Park Sea Jon (İtaewon Class),
Hyun Bin (Crash Landing on You) yu sayabilirim.
Ayrıca canlandırdığı rollerde hem dişil hem eril imajı büyük bir ustalıkla sergileyen Ji Chang-Wook var. Hele o kullandığı şeftali baharı-somon-oranj tonlarındaki rujları yok mu tam benim tercih ettiğim ruj tonları...
Açıkçası Güney Kore’nin bana çağrıştırdıkları;
İnsanı bu kadar çok kurcalamak cinsiyet ayrımını ortadan kaldırabilir ve insan başlangıç noktası olan “androjen” türe dönüşebilir mi? İnsanlığın yeni hedefi ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık mı?
Yeni Dünya Düzeninin Güney Kore vasıtasıyla yapmaya çalıştığı şey bu mu? Birbirine bu kadar benzerliğin, aynılığın amacı ne? Tüm bu hummalı çaba yeni bir “süper insan eliti” oluşturma çabası mı?
Görünen o ki yeni dünya düzeninin hedefi maymundan efendiye çevirdiği insanı, evrenin efendisi olmaktan tanrı mertebesine çıkarmak. Bu dönüşümün sinyallerini gerek Hollywood gerekse Uzak Doğu film ve dizleriyle insanlığa verme çabasındalar. Güney Kore ise bu konuda tartışmasız başı çekiyor.
Güney Kore’den tüm dünyaya yansıtılanlar bana insanlığın geleceğini şekillendiren bir “biyo-teknolojik devrimi” nin ayak sesleri gibi geliyor.
Dikkatli okuduğunuzda Yuval Noah Harrari ve Michio Kaku kitaplarının satır aralarında insanın “androjen” yapıya doğru dolu dizgin savrulmasının ip uçlarını yakalayabilirsiniz…
“Bugün Güney Kore öncü bir ekonomik güç, vatandaşları dünyanın en eğitimli insanları arasında ve göreceli olarak liberal demokratik bir yönetim altında istikrarlı bir gidişatın keyfini sürüyor” (2)
Dipnot:
(1) The Chair dizisini izleyenler hatırlayacaklardır. Soju için şöyle bir tarif yapılır;
“İki elinle tut, başını yana çevir. Göz teması kurma ya da kimsenin önünde içme”
Ve “Gun bae” (Şerefe) de…
2) Yuval Noah Harrari -Homo Deus /Yarının Kısa Bir tarihi
Kaynakça;
1) Kore film ve dizileri,
2) Yuval Noah Harari- Hayvanlardan Tanrılara Sapıens
3) Yuval Noah Harari- Homo Deus-Yarının Kısa Bir Tarihi
4) Yuval Noah Harari- 21. Yüzyıl İçin 21 Ders
5) Michio Kaku- İnsanlığın geleceği
6) Michio Kaku- Zihnin Geleceği
Yorum Yazın