Eylül Esintisi - SATÜRN MELANKOLİSİ

SATÜRN MELANKOLİSİ

Satürn dünyevi düzen ve kronolojik zamandan sorumludur. İnsanın yaşlılık dönemi, ölüm acısı ve uzun yas sürecini de yönetir. Gri ve siyah bulutlar tepemize kümelendiğinde Satürn Melankolisi başlar. Bildiğimiz fakat bilmezden geldiğimiz kaçınılmaz sonla Satürn bizi yüzleştirir; Memento Mori! (*)

Ölümü hatırla,

Ölüm var,

Unutma!

Ölüm hiç bir ayrım gözetmeksin herkese uğrar. Her kapıyı çalar. Ölüm korkusu tüm insanlarda ortak olduğundan evrenseldir. Doğuştan teslim alır ve yaşarken her an yanımızda taşırız ölümü. Tagore'nun dediği gibi;

"Ölüm de doğum kadar aittir yaşama"

Ölüm bir son mudur? Yoksa E. Kübler-Ross'un sorduğu gibi;

"Hayatın birbiri ardından gelen evreleri arasında bir ara durak mı?" dır.

Belki de ölüm dünyevi düzende bir son olup, insan varlığının bir durumdan başka bir duruma geçişi yani boyut değiştirmesidir. Belki de bu alemede ölmek, başka bir aleme doğmaktır!

Ölümün yüzü soğuktur. Bir anda etrafımızı saran hava buz keser, adeta zamanda donup kalırız. Çok sevdiğimiz ve derin bağlarımız olan birini yitirdiğimizde bir tür duygu tufanı yaşarız. Her şey birbirine geçer, zaman ve mekan kavramını yitiririz. Velhasıl ölüm kabullenmesi zor olan acı bir gerçektir. Duygusal kabullenme ağır ilerler, canımızı yakar. Herkesin yasa verdiği tepki doğal yapısı ve psikolojik gelişim düzeyine göre farklılıklar gösterir. Kişi geçici bir süre zarfında hayattan kopukluk, soyutlanmışlık, acıyı hissetmemek için kendini uyuşturma, inkar, reddetme, gülme krizi, tuhaf, saçma sapan bir dizi davranış sergileyebilir. Belki ölen kişi ile birlikte dünyevi sorun ve sıkıntılar sona erer ama ölen kişinin yakınlarını uzun sürecek bir yas dönemi bekler. Bu sıkıntılı süreci atlatmamızda çevremizdeki insanların davranışları da önemli bir rol oynar. Bu konuda en sık düşülen hatalardan biri kederli insanı korumak adına acı çekmesini engellemeye çalışmaktır. Bu bir tuzaktır. Kişinin acısını bitirmek yerine tersine arttırır. Çünkü zamanında yaşanmayan, ertelenen acı çok daha tehlikeli ve yıkıcı bir hal alır. Asıl dikkat edilmesi gereken şey E.Kübler-Ross'un uyarısında saklıdır;

"Engellenmiş ve ertelenmiş acının tuzağına karşı hepimiz şuurlanmalıyız"

Evlat kaybının acısı tüm diğer kayıplardan daha ağırdır. Bu acı ne ölçü ne de kıyas kabul eder. Kabullenmesi, teselli bulması, iyileşmesi uzun ve meşakkatli bir yas sürecidir. Gene ebeveyn kaybı da bizi son derece kırılganlaştır. Kaç yaşında olursak olalım regresyona (gerileme düzeneği) girer, çocukluğumuza geri döneriz. Kök gidince dalın titrememesi mümkün müdür? Bir yandan ebeveyn kaybıyla baş etmeye çalışırken bir yandan da kendi ölümlülüğümüz ile yüzleşmeye çalışırız. Ölen ebeveyn çok yaşlı da olsa kayıp yaşayanı teselli etmek için "çok yaşlıydı, çok acı çekiyordu, öldü kurtuldu, üzülme, hadi toparla kendini" gibi abes nasihatlerde bulunmak yarar yerine zarar verir. Zaten kişinin ihtiyacı olan şey nasihat değil, yanında olduğunu hissettirmeniz ve desteğinizi esirgememenizdir.

Kardeş, eş, dost ve arkadaş kaybında da benzer nasihatler otomatik olarak tekrarlanır; "kendini bu kadar hırpalama, bu kadar üzülme, çok ağlarsan ölenin ruhunu rahatsız edersin" Bu tür basma kalıp sözleri tekrarlamak yerine kişiyi dinleyerek kederini akıtmasına, duygularını açığa vurmasına yardımcı olmak çok daha fayda sağlar. Bazen bir şey söylemeseniz de olur, sıcak bir göz teması, samimi bir sarılış kafidir. Eninde sonunda kişi kaybıyla birlikte yaşamayı öğrenecektir. Eğer kişi ölüm karşısında sanki hiç bir şey olmamış gibi davranıp, bir mermer heykel gibi kaskatı kesiliyorsa ya da tam tersi yası müzminleşiyorsa (Satürn kronikleştirir) iyileşmeye direnç gösteriyorsa psikolojik destek alması gerekebilir.

Elbette yastaki kişiye sağlıklı bir şekilde yardımcı olmak herkesin başa çıkabileceği bir durum değildir. Genelde kendi ölüm korkusu ile yüzleşmemiş biri diğerinin acısını paylaşmayı bilemez. Oysa gerçek yakınlık acılar paylaşıldığında doğar. Doğrudur "ateş düştüğü yeri yakar" ama hayatında yer alan birinin acısına duyarsız kalmak da yabancılaşmaya neden olur. Acıdan nasiplenmemiş biri olgunlaşamaz, güdük kalır. Bir önemli faktör de çağımızın koşullarıdır. Hayat çok hızlıdır, vakit dardır. Kişinin bir diğerine yetişmesi, bir şeyleri hakkıyla yapması gerçekten zordur ama yastaki kişiye madden yanında olamasa da manen yanında olduğunu hissettirmesi, yüzünü göremese de sesini duyması imkansız olmasa gerek!

Son olarak unutulmaması gereken bir şey daha vardır;

"Yas evi aş evi değildir"

İnsanlar acılarıyla mı başa çıksınlar yoksa taziyeye gelenleri doyurmakla mı uğraşsınlar. Artık devir değişmiştir. Günümüz insanları bir kap yemek yapıp getirmek yerine ölü evini kendilerine hizmet sunan ziyafet evine çevirmektedir. Lütfen bundan kaçınalım. İnsanların acısına saygı duyalım. Yük olmak yerine destek olalım.

(*) Ölümü hatırlatan eski bir deyiş.

Faydalandığım Kaynaklar;

Elisabeth Kübler Ross - Büyümenin Son Aşaması Ölüm

Elisabeth Kübler Ross - Ölüm ve Ölmek Üzerine

Irvın Yalom - Güneşe Bakmak- Ölümle Yüzleşmek

Irvın Yalom - Varoluşçu Psikoterapi

Irvın Yalom - Ölüm Korkusunu Yenmek

Albert Champdor - Eski Mısırın Ölüler Kitabı.

 

 

ÖNCEKİ YAZI ZAMAN OĞLAK İKEN... (5) SONRAKİ YAZI ZAMAN OĞLAK İKEN... (6)
Üç Temel Müessese
Üç Temel Müessese
07.11.2024 11:43:29
Bu Küfür Diline İtirazım Var
Bu Küfür Diline İtirazım Var
17.10.2024 11:25:28
Uçtu Uçtu Ne Uçtu?
Uçtu Uçtu Ne Uçtu?
03.10.2024 16:30:06
    1 adet yorum
  • Comment Author
    Taylan Aktükün
    17.01.2019 06:30:50

    Çok etkileyici bir yazı olmuş. Yıllar öncesini tekrar yaşadım. Kendimle yüzleştim. Acılar zamanla hafiflese de tortusu hep yüreğinizde biryerde duruyor. Yüreğine sağlık. Sevgiler

Yorum Yazın