Suç İşleyen Cezasını Çekmezse İyileşemez
"Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu"nun 2019 yılı raporuna göre tam 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Yılın her gününe bir kadın ölümü düşüyor ve de artıyor... Bu büyük bir utanç tablosudur.
Türkiye Cumhuriyetinin taçlandırdığı kadınlar da tıpkı cumhuriyetimiz gibi karanlık odakların hedefindedir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, baş öğretmeni ve ebedi lideri Mustafa Kemal ATATÜRK'ün tüm dünya ülkelerinden daha erken Türk kadınına tanıdığı haklar göz göre göre gasp ediliyor ve kadın hızla toplumsal hayatın dışına itiliyor. Birey olma bilincinin henüz yeterince oluşmadığı ülkemizde kadın dört duvar arasına hapsedilerek sadece erkeğe hizmetle vazifeli bir köle olmaya zorlanıyor. Erkekle eşit haklara sahip olmasına rağmen hala ikinci sınıf bir cins muamelesi görüyor. Ancak erkekle yarım bir kimlik bulan ve onun bir uzantısı olarak kabul gören bu sağlıksız anlayışa karşı çıkan, mücadele eden, direnen kadınlar ise hunharca katlediliyor. Adeta bir ölüm makinasına dönen katiller bu cüreti nerden buluyor? Elbette yönetime çöreklenen ortaçağ zihniyetinden güç alıyorlar. Adalet dairelerinin duvarında asılı duran "Adalet mülkün temelidir" ibaresi bir duvar süsü değil tüm yurttaşları kapsayan bir güvencedir. Yaşam hakkı tüm haklar içinde en temel olanıdır. Bu hakkı yok edenlerin cezası mahkeme salonlarında "yok gravat taktı, yok melül baktı" gibi geçersiz nedenlerle indirilemez. Ayrıca adli merciler ölümle tehdit edilen, yasal koruma talep eden kadınların can güvenliğini sağlamak yerine kadın katillerini gözetip koruyamaz. Bunun vebali çok ağırdır.
Ülkemizde eğitim ve hukuk sisteminin sil baştan yapılandırılabilmesi için bilinçli bir seferberliğe ihtiyaç vardır. Uzun bir süredir ülkemiz hem içten hem dıştan haince hançerlendiğinden kanayan yaramız bir değil pek çoktur... Bir erkeğin eşini, sevgilisini, anasını, bacısını, kızını öldürme hakkını kendinde bulmasının psikolojik ve sosyolojik sebepleri bulunabilir fakat asıl etken işlediği suçun cezasız kalması ya da göstermelik ceza almasıdır. Hukukun üstünlüğü herşeyin önününde geldiği taktirde erkeklerin kadınları öldürme histerisiyle daha kolay başa çıkılır. Bu nedenle suç işleyen her kim olursa olsun mutlaka cezasını çekmelidir. Aksi taktirde işediği suçtan arınamaz. Kırk kova su dökünse de ne elindeki kan izi ne de alnındaki kara leke temizlenemez. Arınamayınca iyileşemez. İyileşemeyince de bastırılan ya da üstü örtülen suçluluk duygusu negatif bir genetik koda dönüşür ve nesilden nesile intikal eder. Sonuç; canilerle dolu hasta bir toplum...
Tarafsız olması gereken adli merciler kadar aileler de suçluyu kayırdığından toplumsal çürüme had safhadadır. Nüfuzlu bir aile olsun ya da olmasın herkesin evladı kıymetlidir ancak suç işlediğinde kesinlikle kayrılmamalı, işlediği suçun üzeri kapatılmamalıdır. Tersine işlediği suçla yüzleşmesi sağlanmalıdır. Aileye ne kadar ağır gelse de bağrına taş basıp suçlu çocuğunu adaletin ellerine teslim etmelidir. Bunu hem çocuğunun hem de toplumun iyileşmesi açısından yapmalıdır zira cezasız kalan her suç gelişmemiş toplumlarda hem suça teşvik eder hem de suç işlemeyi meşrulaştırır. Hukuksuzluk bir toplumun iflasına yol açar. Oysa sağlıklı bir toplum düzeninin temeli adalettir. Devlet adaletten taviz veremez verirse devlet olma vasfını yitirir ve leş kargalarının konup kalktığı bir çöplüğe dönüşür.
"Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir?" (*)
(*) Ortaçağ düşünür ve filozofu Aurellius Augustinus'un bir deyişi.
Yorum Yazın